TAŞ KAFA – ZAMAN YOLCUSU

 

 

 

TAŞ KAFA – ZAMAN YOLCUSU

2021-2024

 

 

 

Broşür PDF :raziye kubat_brosur_taskafa_Low (1)

 

 

 

taşkafa

 

 

Taş yontu
25x40cm
2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Stonehead
t i m e t r a v e l l e r
“kadın eli – woman’s hand” 55×40 cm  2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TAŞKAFA KUMCAYURT SERİSİ

 

 

KUM ÜZERİNE

 

 

 

“KumcaYurt

 

 

Kumcayurt Serisi
“zamansız”
Tual üzerine, kum ve karışık teknik.
120×90 cm
2024

 

 

 

Kumcayurt Serisi
taşkafa
Tual üzerine, kum ve karışık teknik.
2024

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“bereket taşı”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
40×40 cm
2024

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“yaratılış-8”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
25×35 cm
2023

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“kızılkavaklar”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
25×35 cm
2023

 

 

 

Kumcayurt Serisi
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
25×35 cm
2023

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
20×30 cm
2023

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“yaradılış-1”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
20×30 cm
2023

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“yaradılış-2”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
20×30 cm
2023

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“yaradılış-3”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
20×30 cm
2023

 

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“yaradılış-4”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
15x20cm
2023

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“havlan”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
20×30 cm
2023

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“pembe zeyve”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
15x20cm
2023

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“yaradılış-4”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
2023

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“tarık”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
15x20cm /2023

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“yaradılış-5”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
20×30 cm
2023

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“yaradılış-6”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
20×30 cm
2023

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“tılsım”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
20×30 cm
2023

 

 

 

 

Kumcayurt Serisi
“yaradılış-7”
Ağaç tual üzerine, kum ve karışık teknik.
20×30 cm
2023

 

 

 

Zamansız – Medyum
65x58x8 cm
Eski ahşap dolap içine kum, yılan üst çenesi, karışık teknik
2024

 

 

 

KAĞIT ÜZERİNE

 

 

 

Başlangıç
110×80 cm
Kâğıt. üzerine karışık teknik.
2022

 

 

Zaman Yolcusu
110×80 cm
Kâğıt üzerine karışık teknik.
2022

 

 

 

Kamışlıtarla
110×80 cm
Kâğıt üzerine karışık teknik.
2022

 

 

 

 

Zamansız
110×80 cm
Kâğıt üzerine karışık teknik.
2022

 

 

 

 

Zeyve
110×80 cm
Kâğıt üzerine karışık teknik.
2022

 

 

 

 

Taşkafa: Yamuk Bir Gözün Düşündürdükleri

M.Wenda Koyuncu

Rivayete göre bir kuşun öldürülüşüne tanık olup da Kabil, bir taşla ezip  başını Habil’in, öldürmeyi ve  ilk suç aletini miras bırakmıştı insana da sonra aynı Kabil; toprağın örten,  gizleyen inayetini de yine bir kuştan, kargadan, öğrendik de bize bu iki  varlık arasında gezinen uygarlığı emanet etmişti: Taş ve toprak…

Sanat biraz taş ve toprak hikayesidir.  Felsefe de, mitoloji de ve buna girişte ufak bir alıntı ile değindiğimiz teolojik anlatıları da…  Geriye dönüp baktığımızda taştan ve topraktan geçmeyen bir düşünce kıvrımı yok gibidir. Platon, taş gibi katı ve değişmez unsurları idealara benzetir. Taşı,  fiziksel dünyada değişime direnci ve kalıcılığı temsil edici ideaların gölgesi olarak görür. Aristo’ya göreyse taş ve toprak dört temel elementten olup fizik ve metafizikte temel bir maddenin doğasıdır.  Heidegger ise Sanat Eserinin Kökeni adlı eserinde, “yeryüzü” (Erde) kavramını taş ve toprakla ilişkilendirir. Yeryüzü, insanın üzerinde durduğu, çalıştığı ve varoluşunu şekillendirdiği bir zemin olarak düşünülür. Taş, yeryüzünün bir temsilcisi olarak sanat eserlerinde hem malzeme hem de insanın dünya ile kurduğu ilişkinin bir ifadesidir.

Raziye Kubat Taşkafa sergisinde bu düşünce kıvrımlarının ürettiği bazı semptomları, dokunduğu ve çağırdığı imgeler ile tartışmaya açıyor. Düşüncenin ve anlatının her yanına sızmış bu suskun varolanlarla yeniden bir diyalogun imkanına sahip Kubat, öteki dünyaların içinden başka bir aklın, başka bir ruhun varlığına odaklanıyor. Taşı dinlemeden, toprağa yaslanmadan gidilecek bir yolun arızalı hallerini gösteriyor. Toprakla ve taşla bir araya gelen bu çoğul elementlere bakıldığında akla Slavoj Zizek’in  önemli bir kavramı akla geliyor: Yamuk Bakmak.  Zizek, Lacan’ın  ‘’gerçek’’ kavramından ilhamla özne ile dünya arasında asla kapanamayacak bir boşluk, birbiriyle örtüşmeyen bir yamukluk hali olduğunu ifade ediyordu. Bu yamukluk öznenin(insanın) dünya üzerindeki kavrayışını her zaman eksik bırakacağı anlamına gelecekti. Kubat bu boşluk ve eksikliğe yerleşerek taşta, toprakta, bitkide ve hayvanda tariflenen eksikliği insan özneye doğru çevirir. İnsanın bütün söylemlerdeki egemen, hakim üst kimliğinde bir gedik olduğunu, bu diğer varolanların kendisine kapalı olmasından, insanın bu kavrayıştan uzak oluşunu düşündürtüyor.   Yamuk bakmak, bir düşünceyi kritik etmekten çok, bir düşüncenin çerçevesini kritik eder. Kubat, taşın sessiz ve cansız dünyasını aşağı gören bakışı kritik etmek yerine sesli ve canlı dünyanın sınırlarına dikkat çeker.

Önümüzde uzanan taşlar birer kurban kafası mı? Çaresiz, dilsiz bir evrenin semptomu mu  yoksa başka türlü bir bilgeliğin gösterenleri mi? Raziye Kubat, hayvan ve bitki de dahil, bu muammalı ve puslu bir dünyanın ayırdındadır. İnsanın dışarısı, aksine, onun için bir eksik değil bir fazlasıdır. Taşlar konuşur, toprak bilge davranır, ağaç soru sorar hayvan öğretir…  Eksik olan daima daha fazladır. Bu bir kudret, bir ruh teorisi anlamına gelmektedir Kubat plastiğinde. Bir şamanik müdahale aynı zamanda.

Bahse konu edilen toprağın, taşın ve hayvanın diline aracılık etme veya ona teslim olma gibi bir amacı yoktur. Yarenlik ettiği veya ruhunu yasladığı taşlar bizzat kendisiyle konuşan taşlardır. Tesadüfler, benzerlikler sonucu bulunmuş değillerdir, aksine, Taşlar’la  Kubat birbirlerini aramış, çağırmış ve buluşmuşlardır. Bunlar herhangi taşlar olmayıp kendini sanatçıya özellikle gösteren, diyaloga çağıran tekilliklerdir.  Taşın insana kapalı dünyası ya da  Heidegger’e göre ‘’dünyadan yoksun varlıklar’’  kendini Kubat’ın dünyasına açmaya başlıyor. Kendisinin doğayla, taşla, toprakla, bitkiyle ve hayvanla kurduğu ilişki daha kişisel deneyimler ve birikimler sonucudur nihayetinde.

Hasılı bunlar sıradan doğa temsilleri değildir, Kubat’ın öyle bir derdi de yoktur. Plastik ekolojik bir reflexin konforundan çıkıp tamamen kişiselleşmiş bir eco narration anlatısı olarak ele alınabilir belki. İmgelerde fiziki bir doğadan çok kimyasallaşmış bir doğa algısından bahsetmek  akla daha yatkındır. Sanatçının ruhsal varlığı ile doğanın ruhsal varlığı birbirine karışmıştır. Duruma bir rastgelelik ilişkisi veya doğanın bilinmez yüzünü aniden gösterip kaybolduğu bir ani parıldama hali de denemez. Büyük şehirden sıkılmış da kırsal hayata methiyeler dizen bir küçük burjuva romantizmine dayalı imgelem de denemez. Sözleşme daha eskiye dayanmaktadır.  Sanatçının çocukluğuna… orada başlamış bir ilişki söz konusudur. Resimler yer yer bir çocuğun çizgilerini ve imgelerini zaten direkt elimize bırakır: Basit, düz bir tepe, birkaç sıralı ağaç, belirgin bir ay veya okuma yazması henüz okul öncesi naif bir varlığı hatırlatan tarzda   sözcüklerin ters düz eşlik ettiği basit resimler: Tarık nerde şimdi? Toprağa çöplerle çiziktirilmiş belli belirsiz…

Perspektif, derinlik, üçüncü boyut bilgisi unutulmuş görünümler: Çocuk işte…

Kubat’ın kritik noktası burada kendini göstermeye başlıyor: Çocukluğun nasıl işlediği meselesi.  Çocukluk burada bir geriye dönüş, bir hatırlamanın travmatik  biçimi değil de bir ileriye sıçrama, toplumsal sözleşmede toplumun üstünü çizme  girişimi olarak işlemektedir. Tam burada ancak bir çocuk aklından beklenecek bir bakışın yani yamuk bakışın devreye girmesi. Yeni baştan bir sözleşmeye oturmak. Yetişkinliğin, ergin aklın imgesel rejimini terk etme, başka renkler, başka atmosferler yaratma hali. Toplumsal inşadan çıkıp bir eko şamanik anlaşmaya geçme..  Aşkınlık ilişkisine; egemen, efendi  pozisyonuna veda etme. Battaile’nin deyimiyle dolaysızlığa ve içkinliğe geçme arzusu. Farkını koruyarak nesne özne ilişkisine son verme çabası. Verili olanı geçersizleştirme: Yeniden oturalım, tekrar konuşalım, beş yaşımda terk ettiğin yere geri döndüm!

Son tahlilde ne Kubat artık insandır ne de taş artık taştır(Burada taştan kasıt insan dışı bütün varlıklardır). İnsan doğa arasındaki sınırı kaldırma cüreti. Bu sınır kalktığında yani insan denilen fenomene şüpheyle bakıldığında doğa da şüpheli bir görünüme bürünmeye başlar imgelerde.   İnsan gözü ve algısı kesintisiz inşa halinde olduğundan ‘’öteki’’ de yani doğa da bu inşaya göre imgesini, rengini ve varolma biçimini doğalında değiştirecektir. Dolayısıyla sanatçı burada eleştirel bir dile de sarılmamakta, yerine çocuğun bakışını öne sürmektedir. Hangi yaşımızda en yakınız hayvana ya da her çocuk bir şaman olarak doğar da denemez mi? Toprağa çiziktirmek , taşlarla oynamak…  Yani Kubat’ın renkleri hiçbir şekilde klasik doğa temsillerine bu sebeple soyunmaz. Başka bir doğa arayışı: ne ağaç ağaç ne hayvan hayvan ne taş taş: hepsi toprak…   olmaya…

Söylediğimiz gibi insan anlatısını başlatan bu iki varlık, kriminal sahanın ilksel maddeleridir aynı zamanda ve insan anlatısında bu sebeple de çok yer kaplamıştır. Bazı anlatılarda Adem’in haiz olduğu ilk bilginin taşın bilgisi olduğu hatırlanırsa eğer taş’ın aynı zamanda ilk zihinsel malzemelerden olduğu da düşünülebilir. Taşkafa sergisi bu manada farklı bakışlara kapalı bir özne tarifi yerine taşın bilgisine başvurma, insana kapalı olan alemlerin bilgisi üzerine düşünme egzersizi olarak kabul edilebilir.

Bağlarken, Kubat’ın  taş ve toprak yolcuğunda C.Gustav Jung’un arketipsel bağlam yaklaşımını  hatırlattığının da altını çizmek gerek.  Jung’a göre taş ve toprak kolektif bilinçdışıdaki temel arketipler olarak işler.  Taş daha çok dayanıklılığı, ruhsal dengeyi, kalıcılığı ve bireyin kendini keşfetme süreçlerini temsil ederken toprak anaerkil bir sembol olarak (Gaia) yaşamın kaynağı, doğurganlık ve bireyin köken bağlantısını ve aidiyet hissine götürür. Bu sebeple tuvaller toprakla sıvanır çünkü çoğul bir varolma biçimi ancak toprağın altı ve üstü ile mümkündür.

Taş Kafa / Zaman Yolcusu

Raziye Kubat

“Taş Kafa” isimli ilk çalışmanın tarihi sanırım 2000’li yılların başındaydı. Taş ile kafamın hakiki tanışması; akan derenin kaygan taşlarına epey yüksekten düştüğümde beş yaşındaydım. Vücudum bu buluşmanın sayısız nişanelerini yıllarca taşıdı taşıyor. İlk hatıralarımda taşları öperdik, üzerine bırakılan hediyeleri alırdık minik ellerimizle. Karataş, Zeyve ve daha birçok taşları vardı köyün, dualar edilir, öpülür, adakları olurdu. O ilksel taşlarıma referansla ve iç sıkıntısı geçsin gitsin diye şehirde sokaklarda dolanırken notlar almaya başladım.

Bağımsız sanatçı olarak var olmak, aynı zamanda barınma problemini de beraberinde getirir (eğer aileden bir ev yoksa). İdealize ettiğim ve bu uğurda ödün vermeden var olma hikayem artık tehdit altındaydı. O vakit hem “taş kafa” hem de “zaman yolcusu” olarak yola devam etmeye karar verdim. Son iki yılda, iki yaz iki güz geçirdiğim doğum toprağım da telef olmuştu depremden. Çocukluğumun geçtiği şehir de yoktu artık.

Dağlarıma döndüm uzun yıllar sonra, orada son üç yıl üç defa yaz, iki defa da güz geçirdim. İkinci yazda ve güzde; tuğla, kum, çimento, demir, taş, çivi, sayısız çeşitte şeyler taşıdım ustaya, evimizi, atölyemi yapsın diye. Ermeni ustanın yaptığı taş konağın yerine. İlk sarsıntısını, köklerinin gevşemesini bizim dağlara kadar uzanan Erzincan depremi yapmış.  Sonra kışlık ev olmaya devam etmiş bir müddet. Nihayetinde tamamen terkedilen konağın taşını, toprağını, ağaçlarını ve hatta üç metresi çalınmış, talan edilmişti. Kepçe eski bir Osmanlı lirası, iki at nalı çıkardı, geriye onlar kalmıştı.

İkinci yaz ve güzde; doğduğum, tepesinden düştüğüm ev yıkılmak üzere olan eve girdik. Talan edilen evden kalan iki kapıyı söktük Sadık ile, o hızını alamadı iki pencere bir dolap kapağı da söktü, sallanan evden ürkerek çıktık, elimde gömme dolabın minik porselen düğmesiyle.

O güz sabahı, kaya gediğinin paralel yolu çağırmıştı beni. Şimdi cangıl, yaban domuzlarının yatağı olan ama kırk yıl önce üzüm bağları ve kayısı bahçelerinin yoluydu. Yola doğru yuvarlanmış ama yarı yolda köklü bir çalıya takılmış taştı beni bekleyen. Bir hafta önce o bayırda öyle bir taş yoktu veya daha tepelerdeydi ve ben görememiştim. Veya o saklanmıştı. Yaparlar mı yaparlar, bazen aleni ortadayken de göremezsiniz. Bu da onların sırrı bence. Benim artık geciken gözlerim ve zihnim de etkendir belki de. Kim bilir. Son seller ve depremler yerini değiştirmiş, ağırlığı kumul bayırda derine inmişti. Çoban değneğimle ulaştım ona, tam bir buluşmaydı, sırt çantama o devasa taş nasıl sığmıştı, atölyede onu çıkarırken fark etmiştim. Çeşme başında dinlenirken o da çantada mutluydu. Dağlar bana geri dönüş hediyesini vermişti, insansız fısıltıyı tekrar üflemişti kulağıma. Sızılarım hafifledi. Artık geçicilikte, kendiliğindenlikte kapılar aralanmamıştı, açılmıştı.

Taş kafa, taş kafaları topladı dağlarda, yollarda, bayır aşağı, bayır yukarı yerlerde. Bazen bostanına indirilen su yolunda, söğütlerin altında ve bazen de komşusunun taş duvarının dibine sığınmış şekilde. Daha doğrusu onlar sundu kendilerini, mana yoktu orada, olmak vardı. Taşların sesi, tınısı bir meta ses olabilirdi. Hertzini kendi ayarlayan, aya, güneşe, geceye, rüzgâra, tüm zamansızlıklara…

Kutsal Havlan dağına çıktığımda, zaman yolcusunun evirildiğini fark ettim. Artık dönüş zamanım gelmişti, memleketim İstanbul çağırıyordu.

 5 Aralık  2023  İstanbul

 

 

 

 

VİDEO

timetraveller-stonehead
“güneşte ırgatın sayıklamaları – ramblings of a farmhand under the sun”
“03 minute:38 second”

2024

https://vimeo.com/1035209530?ts=0&share=copy&fbclid=IwY2xjawIkUN5leHRuA2FlbQIxMAABHX3q-_a3xaIy0aCEy7ossBESOc-bMUxDRX2u635YLUD365lbAwwu56EZCA_aem_ftYhHqflxFSbLTGDiVuU3A

 

 

 

 

Sergi Söyleşisi: “Gerçekliğin Cevheri Üzerine” Raziye Kubat’ın M. Wenda Koyuncu küratörlüğünde gerçekleşen “Taş Kafa-Zaman Yolcusu” isimli sergisi kapsamında düzenlenecek söyleşi, sanat tarihçisi Seda Yavuz ve sanatçının katılımı ile birlikte 3 Ocak Cuma günü saat 17.00’de Merdiven Art Space’de gerçekleşti.
Kamera – Video Kurgu: Sinan Eren Erk
Söyleşiye katılan ve destekleyen herkese teşekkür ederiz.

https://www.youtube.com/watch?v=bKECrP3NmdI

 

 

 

SERGİDEN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 TAŞKAFA – ZAMAN YOLCUSU

BASINDA ÇIKAN BAZI MAKALE VE RÖPORTAJLAR

 

 

ARTDOG: SİNE ERGÜN

 

https://artdogistanbul.com/bagimsiz-sanatci-olmak-yoksunluk-mu-ozgurluk-mu-raziye-kubat/

 

BİANET: SONGÜL MİFTAKHOV

 

https://bianet.org/print/haber/razi-kirmizi-tren-bizi-nereye-goturuyor-303308

 

 

UNLİMITETED : NAZLI PEKTAŞ


https://www.unlimitedrag.com/post/yeryuzune-surgun-veren-sergi

 

https://www.milliyet.com.tr/kultur-sanat/taslar-soyler-sana-sustugunu-7260116

https://argonotlar.com/koyde-ev-sehirde-atolye/